Türkiye’ de kahvehanelerden, TBMM’ye kadar uzanan, Türkiye’nin
neden Avrupa ülkeleri gibi olamadığı tartışması vardır.
Daha Avrupa’ ya gitmeden, “ Avrupa şöyle, Avrupa böyle “
naraları atan abilerimizin canhıraş söylevleri yürek burkar sahiden(!)
Hele mecliste sözde özgürlüklerden dem vurup başka
özgürlükleri kısıtlayanların Avrupa’yı örnek göstererek seslenmesi komiktir
doğrusu.
Oysa mesele, Avrupa’dan daha ileri ya da geri olma meselesi
değildir. Önemli olan; Avrupa'nın yaşadığı değişimi ve bu günlere nasıl
geldiğini fark edebilmektir. Çünkü tarih çok uzun analizler yapmaya gerek
bırakmayacak şekilde bize gerçekleri apaçık göstermektedir.
Şöyle geçmişe dönüp Avrupa’ ya ve bir de Avrupa gibi
olamayan bize dönüp bir bakalım.
Öncelikle Avrupa siyaset, din ve ticaret üçgenini 17.
yüzyılın sonlarında çöpe atmış. 18. Yüzyılın Avrupa'sında devletin, her türlü
insani bağlardan arınması gereken şeffaf bir yapıda olması gerektiği yönünde
fikirler öne sürülmüş. Bu fikirler toplumun geniş kesimleri tarafından kabul
görmüş.
Peki o sıralar bizde ne olmuş? Efendim rasathaneler,
"Allah'ın işine karışıyorlar " denilerek kapatılmış. Semaya ilk
açılan bilim adamı olan Hazarfen Ahmet Çelebi, 4. Murat tarafından, "Bu
adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelir, böyle
kimselerin bakaası caiz değil" denilerek Cezayir'e sürgün edilmiş.
Ne tesadüf
ki aynı dönemlerde Leonerdo Da Vinci diye bir adam, Avrupa'yı karış karış
dolaşırken Hezarfen' in namını duyup uçmak fikrini kafasında daha da
belirginleştirmiş. Bize Milli Eğitim'in Leonardo Da Vinci' yi bir ressam olarak
önümüze koyduğuna bakmayın.
Adam, bir
kaşif ve bir mucit. Bu gün modern kitle imha silahlarının, uçakların ve fabrika
makinalarının taslaklarını kendi döneminde çizmiş teknoloji tasarımcısı bir dahi
kendisi. Çizdiği makinalar Avrupa' da müzelerde saklanıyor. İsteyen açıp
internetten bile ulaşabilir bunlara. Zaten insanın altın oranını keşfetmek için
pek çok ilmi hıfz etmiş olmak gerektiğini biraz fikir yürüterek kolayca
anlayabiliriz.
Şimdi gelelim günümüze. 3 yüz yıl ilerisine yani. Şu an biz hala bazı Cemaatlerin ve dini
kanaat önderlerinin bazı ilmi(!) söylemlerine kulak kesilip, "acaba laik
mi olsak şer'i mi" diye düşünürken, Avrupa; üretmeye, yenilemeye ve ne
tesadüf ki dinlerini de istedikleri gibi yaşamaya devam ediyor. Düşünün ki tüm
Avrupa ülkelerinde nikahlar Kiliseler' de kılınıyor. Kimse bunu şeri bir kural
olarak da atfetmiyor üstelik. Biz ise hala hacca giden siyasetçileri
"İktidar yalakaları" olarak düşünmeye, düşlemeye devam ediyoruz.
Birlik olma düşüncesinden sonuna kadar uzak, ayrılan
taraflarımızı odakta tutmaya bayılıyoruz. Bugün dünyada laik ve İslami yönetim
tartışmalarının olduğu yerlere dikkatle bakın. Hepsi sözüm ona Müslüman
ülkeler.
Avrupa, 15. Yüzyılda feodallerin ve papanın yoğun bir
iktidar mücadelesine tanık oldu, bölündükçe bölündüler, fakat işin içinden
Rönenans ve Reform hareketlerini başlatan aydınlarıyla çıktılar. Aradan geçen 5
yüzyılda açlığın, ölümün ve kanlı mağlubiyetlerin kıtası olan Avrupa,
birbirinden güzel ve farklı dünya şehirleri çıkarttı. Bir de üstüne” kapak
olsun “ der gibi Avrupa Birliğini
kurdular. Şimdi ise Orta Doğu ve Asya ülkeleri aynı şekilde bölünmeye, birbirlerini
parçalamaya devam ediyor. Kendi tarihini iyi analiz eden Batılı ülkeler ise
içimizdeki yarayı taze tutup acılarımızın en hassas olduğu yerden oyuncak araba
gibi kurup birbirimize çarpıştırıyorlar bizi…
Aradan geçen onca zamandan sonra biz hala kadın erkek yan yana
okur mu diye tartışıyoruz.
“ Biz yüzde 99’ u Müslüman bir ülkeyiz. Konumumuz itibariyle
icat yapamıyoruz, buluş çıkaramıyoruz. Ara teknik eleman ülkesiyiz biz” diyen
bir Çevre ve Şehircilik Bakanı var bu ülkenin.
“ İlim Çin’de olsa, gidin alın” diyen bir inancın
getirildiği noktaya bakın.
Din üzerinden zincire vurulmuşuz biz. Avrupa o zincirleri
çoktan kırdı. Avrupa gibi olamayışımızın en büyük sebebi işte tam olarak budur.