
“Sevgili Başbakanım,
Ben
Veda Yurtsever, Bingöllüyüm. Doktor
yokluğundan sık sık Diyarbakır’da yaşayan sağlıkçı ablamın yanına gelir,
onun ev temizlerken ortalıkta olmayalım diye bize verdiği 2-3 lirayla
evlerinin hemen yanındaki Devlet Tiyatrosu’na gider oyun izlerdik.
Kapıda sanatçıları, her zamanki gibi bize gülümsesinler diye titreye
titreye beklerdik. Kültür Sarayı’nda az önce bizim oturduğumuz
sandalyede çay içişlerine, birazdan kalkıp minibüse binip Dağkapı’ya
gidişlerine dalar, onların da bizler gibi olduklarına şaşırarak
bakardık.
19 yaşıma geldiğimde oyuncu olmak istediğimi ve gidip
konservatuvar sınavına gireceğimi aileme açıkladığımda annem kalp krizi
geçiriyordu. Hiç bilmediği okuma-yazması ve az Türkçesiyle beni ancak
‘postanede şef’ olarak hayal edebilen annem, ne olmak istediğimi
kavrayamadığından ha bire vazgeçeyim diye yaptırdığı muskalardan içirir,
sözüm ona çaktırmadan üstünden atlatırdı. Siz kader deyin ben hayatın
sihri diyeyim cebimdeki son parayla aldığım çeyrek bilete vuran
ikramiyeyle girdiğim konservatuvar sınavını kazandım. Devlet Tiyatrosu
sanatçısı Celal Kadri bakmıştı sınav oyunlarıma. Ailemin de desteğiyle 4
sene Eskişehir’de doğudan gelmenin eksiklerini gidermek için
arkadaşlarımdan iki kat fazla çalışarak iyi bir ortalamayla mezun oldum.
Sonra da “büyülü” sahnem Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nu kazandım.
Çocukları o hassas dönemde Diyarbakır’ kazandığı için ailesi halay çeken
ender oyunculardan biriyim.
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda
20’ye yakın oyunda oynadım. Devlet Tiyatrosu’nu temsil ettiğimi
düşündüğümden davranışlarıma hep dikkat ettim. O toprağın çocuğu olarak
maçlara da gittim. Rahmetli Gaffar Okkan bir yanımda, tatlıcı Şehmususta
öbür yanımda ‘Kırmızıııı Yeşiiiiiil’ diye bağırdım statta. Maç
sırasında arkamda oturan çocukla sur dibinde ciğer yedim. Sonra o çocuk
büyüdü, konservatuvar okumak istedi, çalıştırdım ve bitirdi Mimar Sinan
Üniversitesi’ni. Geçen yıl Altın Portakalaldı Erkan çocuk. Arkadaşı
vardı Ferit, şimdi aranan bir oyuncu Türk sinemasında. Uğur var,
tanısaydım annesini belki bebekliğini bilirdim, şimdi oyuncu Devlet
Tiyatrosu’nda şahane yeteneğiyle. Özgür’ümüz var dünya güzeli, Şehir
Tiyatrosu’nda şimdi, evlendirdik onu Diyarbakır’da bir oyuncu
arkadaşımızla teliyle duvağıyla; zorlu bir annelik geçirdi, iyi şimdi
çocuğu çok şükür.
Koca gözleriyle Güldestan var, hem Devlet
Tiyatrosu’nda hem de TRT’de çalışıyor yıllardır. Sabri’miz var bir de,
turne uçağı henüz aprondayken ‘bu acil kapıları gerçekten açılıyor mu’
diye deneyip THY’nin bizim için sağladığı indirimimizi kestiren canımız
yazarımız, geldi çalıştı Diyarbakır’da sonra. Hâlâ okuyan, hâlâ okumaya
çalışan hâlâ bizi takip eden çocuklarımız var. Oyuncu olamadılarsa da,
farkındalıkları yüksek insan oldu çocuklarımız, aydınlık yüzleri oldu
Diyarbakır’ın...
Batman’a,
Şırnak’a, Bingöl’e, Tunceli’ye, Urfa’ya, Antep’e, Hakkari’ye, Siirt’e,
Van’a, Adana’ya, Adıyaman’a, Elazığ’a, (dönüşünde ölümcül bir kaza
atlattığımız) Malatya’ya turneler yaptık. Hayatında ilk kez tiyatro
izleyen binlerce insana ulaştık. Büyük Anadolu Turneleri’mizi saymıyorum
bile. Her yeni açılan bölgede devletin sanat politikasına hayranlık
duyduk, çocuklarımızın geleceği için umutla dolduk. Her meslekte olduğu
gibi zaaflı sanatçılarımız, idarecilerimiz de oldu. Onlar için iki kat
fazla çalıştık. Ama kaldırılmamız gerektiğini hiç düşünmedik. Bu bakış
açısıyla ne siyasetçi ne eğitimci ne polis ne de kabzımal kalırdı bu
topraklarda.
Diyarbakır’da bir gence sanatçı ismi sorduğunuzda
paparazilerde gördüklerini değil bizim ismimizi verecektir, iyi eğitim
almış, dünyaya duyarlı, düşünebilen, utanacağı bir tarihi olmayan
kendisine hizmet getiren bizleri...
Bizim bütçemizin çokluğu
oyunlara yapılan harcamadan çok turneler, yeni açılan bölgeler ve
salonlardandır. Ayrıca bizler biraz daha pahalı biletlere
oynayabilirdik, bunu hiç denemedik bile. Allah aşkına savunma sanayiine
harcadığımız paranın yanında tiyatro bütçesinin zararı nedir ki ülkeme.
Siz ‘Açılım’dan söz ettiğinizde en çok benim çocuklarım inandı size,
çünkü ‘Barış’a en çok ihtiyacı olanlar onlardı.
Devlet
Tiyatroları’nda elbette bir iyileştirmeye gidilmelidir, inanın buna en
çok biz seviniriz, yapısındaki haksızlıklar en çok bölge oyuncularının
canını yakıyor. Bunu çözmek de sizin elinizde; kestirip atmak yerine
Devlet Tiyatroları’ndan gelecek 5 temsilciyle yapacağınız bir kahvaltıya
bakar her şey...
Beni kaygılandıran şey, aksi halde bölgelerde
belki hiç tiyatro yapılmayacak olması ya da ortalıkta eğitimsiz
oyuncularla, gişe kaygılı içi boş oyunları koyan paragöz adamlar için
boş bir alan oluşmasıdır. Çocuklarımızın yazmayı denedikleri
senaryolarını, şiirlerini, oyunlarını okutacak ablalar abiler
bulamamasıdır.
Bizim çoktur hikâyelerimiz, derin izler de
taşırız, yüzeysel kaygılarımız da olur herkes gibi, herkes kadar. Doğru
dürüst Türkçe bilmeyen annelerimiz kendi bağırlarından çıkan biz sanatçı
çocuklarıyla gurur duyarlar Sayın Başbakanım, biz bu toprağın
evlatlarıyız.
Saygılarımla,
Not: 1971 büyük
Bingöl depreminden sonra yapılan konutlarda oturan 84 yaşındaki annem
size yazdığımı öğrenince ‘hele bi sor bu TOKİ ne zaman bizim evleri
değiştirecek, daha çok varsa ben Mersin’e ablana gideyim’ dememi istedi,
zeval olmaz herhalde... ”
* Mektup 2012'de yayınlanmış aslında, fakat günümüzde de geçerliliğini sürdürmekte, paylaşmak istedim bu sebepten. Ayrıca şunu da hatırlatmakta fayda var; Veda Hanım İstanbul Devlet Tiyatrosu oyuncusudur, hatta şu sıralar Çehov'un eseri olan "Üç Kız Kardeş" oyununda görev almaktadır.