Kapadokya'ya gidip Ihlara'yı görmeden dönülmez dedik ve düştük yollara...
Ihlara Vadisi, Hasandağı Volkanı'ndan püsküren lavların akarsu aşındırması sonucunda oluşan kanyon şekilli bir vadi. Melendiz çayı, milyonlarca yıllık bir sürecin sonunda, 14 km uzunlıuğunda ve yüksekliği yer yer 110 metreye ulaşan kanyon görünmlü bu vadinin oluşumuna yardımcı olmuş. Çatlaklardan yol bulan, kanyonun şimdiki halini almasını sağlayan Melendiz çayına ilk çağlarda Potamus Kapadukus denilmekteymiş.
14 km uzunluğundaki vadi Ihlara'dan başlayıp, Selime'de son buluyor. Vadinin yüksekliği yer yer 100 -150 m. Vadi boyunca kayalara oyulmuş sayısız barınaklar, mezarlar ve kiliseler bulunmakta. Ihlara vadisi'nde kiliselerdeki süslemeler VI.yüzyılda başlayarak XIII. yüzyılın sonuna kadar devam etmiş.
Bazı barınaklar ve kiliseler yeraltı şehirlerinde olduğu gibi birbirine tünellerle bağlantılı.
Bu kadar ön bilgiden sonra geldik Ihlara'ya. Girişte bizi bu tabela karşılıyor.
Vadiye inmeden önce seyir terasından manzaraya bir göz atmakta yarar var.
Dik vahşi kayalara inat Melendiz Çayı'nın iki yanındaki yemyeşil ağaçlar ilk göze batanlar. Vahşi doğa sizi kendine sihirli bir güçle çekiyor. Fazla zaman kaybetmeden hemen oraya gitmek istiyorsunuz. Ve o meşhur merdivenlerden inmeye başlıyoruz. Ben saymadım ama 400 basamak civarı olduğu söyleniyor. Doğrusu her basamakta yukarıya nasıl çıkacağımı düşünüyorum elimde olmadan.
İşte Ihlara'nın kucağındayız. Hava muhteşem, mis gibi kokan ağaçlar, kuşların şakımalarına eşlik eden Melendiz... Daha ne isteyelim.
Kiliseleri işaret eden yönlendirme tabelaları var her yerde.
Vadi içerisinde 105 kilise var. Bunlardan ziyarete açık olanlardan bazıları ise; Eğritaş Kilisesi, Ağaçaltı (Daniel)Kilisesi, Sümbüllü Kilise, Yılanlı Kilise, KokarKilise, Pürenliseki Kilisesi, Eskibaca Kilisesi, Saint Georges (Kırkdamaltı) Kilisesi, Direkli Kilise ve Ala Kilisedir. Gezilebilen kilise sayısı sanırım 15.
İlk olarak Ağaçaltı Kilisesine giriyoruz.
Haç planlı, kubbeli haç kolları beşik tonozlu, üç apsisli bir kilise. Ana apsis ve güney yan apsis yıkılmış. Kiliseye giriş yıkık olan bu ana apsisten. Beyaz zemin üzerine kırmızı, gri ve sarı renkler kullanılmış, kuzey haç kolu tonozu oldukça zengin bitkisel ve geometrik motiflerle süslenmiş.
Kilise İkonoklastik Dönem öncesine ya da IX.- XI. yüzyıllar arasına tarihlenmekte. Freskolarda, vahiy, ziyaret ve doğum, Mısır'a kaçış, Hz. İsa'nın vaftizi ve Hz. Meryem'in ölümü işlenmiş. Kubbede ise, göğe çekiliş sahnesi yer alıyor.
İşçiliği görüp yapıldığı zamanı düşününce insan dehşete kapılıyor.
Çıkınca yine dünyanın bize sunduğu doğa kucaklıyor bizi. Yüzyıllar öncesinin gelişmiş sanatından günümüzün ilkel yapısına hoş geldiniz.
Sırada Sümbüllü Kilise var.
Sümbüllü Kilise, manastır mekanları iki kat halinde kaya kütlesine oyulmuş bir kilise. Mikail ile Cebrail arasında Meryem, İsa ve fırında üç İbrani genci ile azizlerin tasvirleri bulunuyor.
Yine bir kilise ama burası Yılanlı Kilise...
Adını azizlerin savaşıp yok ettiği ejderha resimlerinden alıyor. Enlemesine
dikdörtgen planlı, beşik tonozludur. Mezarların bulununduğu bölüm ise düz
tonozludur. Kilise tonozunun iki yanında aziz tasvirleri var. Ana mekan
dikdörtgen planlı, beşik tonozlu, güneyde mezarların bulunduğu ek mekan ise düz
tavanlıdır. Kilise tamamlanmadan bırakılmıştır. Girişi kuzeydendir. Kilise
tonozunun her iki yanında Kapadokya’da saygın olan azizlerin tasvirleri
bulunmaktadır. Kilise 11. yüzyıla tarihlenmektedir. Kiler, mutfak ve yemekhanesi bulunan kilisede kiler olarak kullanılan ilk mekanda
erzakları depolamak için oyuklar, mutfakta ise kayaya oyulmuş tandır bulunmaktadır. En son bölümde ise yemekhane yer alır. Girişin sol tarafında bir
şırahane vardır.
Kiliseler gezmekle bitmiyor. Doğanın koruyuculuğunun yanında insanların tahribatı üzücü. Yer yer insan dışkıları ve bezemelerin üzerinde yazılara rastlıyoruz. Buraya genelde yabancı turistler geliyor.
Fransızlar çoğunlukta. Alman ve İtalyanlar'a bu yıllarda çok sayıda Uzak Doğu'lu eklenmiş. Ama duvarlardaki tahribat Türkçe olunca yabancı turistlerden utanır olduk. Dünya mirasını bu halde görmek içimi acıtıyor. İnanç turizminden çok fazla kazanç sağlanabilecekken neden yeteri kadar turist çekemediğimiz ortada.
Yürüyüş devam ediyor tabi ki Melendiz eşliğinde...
Çayda alabalık, karabalık ve sazan varmış. Bir kaç balık gördük ama cinsi hakkında pek bir fikrim yok. Su yılanlarına ve kurbağalara da rastladık.
Kiliselere ve barınaklara ulaşabilmek için yer yer böyle merdivenler var ama genelde neredeyse tırmanarak çıkıyorsunuz.
Neredeyse zirveye ulaşıyordum.
Doğa buraya çok cömert davranmış.