
Organının
kendisi 40,5 cm uzunluğundaydı. Bunu herhalde büyük ilgiyle karşılamış
olabilecek Amerikalı akademisyen Alfred Kinsey ömrü boyunca 5000'den fazla
penisi ölçtü. Ortaya çıkan boyutlar özenli bir bilimsel inceleme olan
İnsan Erkeğinde Cinsel Davranış (1948) adlı
kitabında yer aldı. Kuru üsluplu, bilimsel istatistiklerle dolu ve 18 bini
aşkın ayrıntılı hasta geçmişine dayalı kitabın dağıtımını yapan tıp yayınevi
ancak 5 bin civarında satış bekliyordu. Oysa kitap çok satanlar listesinde
dosdoğru ilk sıraya yerleşerek yüz binlere varan bir satışa ulaştı. Arama
zahmetine girenler için, Amerikalıların seks yapma tarzları, kimlerle ne kadar
cinsel ilişkiye girdikleri ya da cinsel ilişkide hangi organların devreye
girdiği konusunda akla gelebilecek her türlü tuhaf ayrıntıyı metne serpişmiş
olarak bulmak mümkündü.
Kinsey'in
ilham kaynağı
Seks Psikolojisi Üzerine
İncelemeler (1921) adlı kitabıyla seksin akademik açıdan uygun bir
araştırma konusu olarak benimsenmesini sağlayan seksolog Henry Havelock Ellis'ti.
Ellis, "homoseksüel" terimini ortaya atan kişiydi ve Freud'un ünlü
sorusuna cevap niteliğinde "Kadınların beyinleri bir bakıma ...
rahimlerindedir" diyerek tartışmalı saptamasını ortaya koymuştu. Ama
kendisi cinsel tecrübe açısından olağanüstü ehliyetsiz sayılırdı. Altmış yaşına
kadar iktidarsız biri olarak kaldı ve evliliği boyunca gerdeğe girip giremediği
kuşkuludur. Karısı Edith onun peşinden "mübarek hayalet" diye söz
ederdi ve bir maden ocağı kazasından sonra iktidarsız kalmış bir adamla evlenen
bir kadını anlatan bir roman yazmıştı. Evliliği boyunca sayısız lezbiyen
ilişkiye girdi. Henry, karısının ölümünden sonra genç sevgilisi Françoise
Delisle'nin yardımıyla nihayet seksin esasını kavrayınca bayağı bir alışkanlık
edindi. O zamana kadar mastürbasyonu tercih etmişti. En uyarıcı bulduğu şey ise
idrarını yapan bir kadının görüntüsüydü; bu durumu çocukken bir Londra parkında
annesini sıkışmış halde görmesine bağladı.
Kinsey de
yatak odası hazzını geç almıştı ve Havelock Ellis gibi, kişiliğinde katı bir
dinsel terbiyenin yara izleri vardı. Çocukluk döneminden nefret etmekteydi. Bir
marangozun oğlu olarak aşırı yoksulluk içinde büyüdü; geçirdiği raşitizm
omurgasında bir çifte eğrilik yarattı. Çocukken sıkça hasta düşen biriydi ve
bütün bilindik çocuk hastalıklarının yanı sıra ateşli romatizma ve tifoya
yakalandı. Okuldayken giysilerinin aşırı yamalı olması nedeniyle alaylara maruz
kaldı. H. G.Wells'in başına geldiği gibi herkes Alfred'in genç yaşta öleceği
kanısındaydı ve hastalıklar arasında sıklıkla okula gidemediği için çok az
arkadaşı oldu. Gençliğinde yaşadığı perişan yoksulluk onda ömür boyu sürecek
bir borçlanma korkusu uyandırdı ve çocukken sofrada çoğu kez bulabildiği tek
yiyecek olan patatese karşı kızgın bir nefret duygusu edindi.
Babası Alfred
Senior bağnaz bir dindar ve zorbaydı. Her Pazar günü peşine aileyi takarak sonu
gelmez üç kilise ayinine ve ayrıca Pazar okuluna götürürdü. Kutsal sayılan o
günde evde hiçbir eğlence ya da uğraşa, gazete okumaya bile izin verilmezdi.
Sütçünün eve süt bırakması yasaktı ve Bayan Kinsey Pazar öğünlerinin bütün
yemeklerini bir gün önceden pişirmek zorundaydı. Alfred'in halası Pazar günü
evde piyano çaldığı gerekçesiyle evinden kovulmuştu. Komşuların gevşek ahlaklı
olmasından kuşkulanan baba, dükkân sahiplerinin küçüklere sigara satıp
satmadığını anlamak için oğlunu yem olarak kullanırdı. Sekse yönelik bütün
göndermeler tabuydu, evde hiçbir yetişkin çıplak görülmezdi ve Alfred'in
kızlarla görüşmesi yasaktı.
Kinsey
sonuna kaçı yolunu babasının isteğine karşı çıkarak biyoloji öğrenimi görmede
buldu. Bilimsel kariyerinin ilk yirmi yılı boyunca bu kibar ve utangaç adamın
bir cinsel devrimin önündeki cinsel setleri yıkacağının hiçbir belirtisi yoktu.
Aksine, Kuzey Amerika mazı arıları konusunda dünyanın önde gelen uzmanı olma
gibi bir şöhrete sahipti. Harvard'dan doktora diplomasını aldıktan sonra ABD'yi
dolaşarak otuz altı eyaletten üç yüz bin arı topladı ve kutularla Boston'a
postaladı. Birçoğunun bıraktığı yumurtaların yerine varmadan açılması posta
idaresinde bir kaos yarattı. Kinsey her bir arıda yirmi altı ayrı ölçüm yaparak
bilim dünyasının bilmediği yetmiş yeni türü saptadı. Aşırı ayrıntılı ve titiz
çalışma araştırma yeteneği arılardan sıkılarak insanlara ilgi duymaya
başladığında çok işine yaradı.
Kinsey'in
erkek cinsel davranışına ilişkin incelemesini izleyen
İnsan Dişisinde Cinsel
Davranış (1953) aynı şekilde hemen çok satan kitaplar arasına girdi.
Çıplaklığın lanetli sayıldığı ve seksin hiç konuşulmadığı bir ailede büyümüş
olmasından dolayı lisans öğrencilerinden birçoğunun tıpkı kendisi gibi cinsel
ihtiyaçları konusunda yeterli bilgi sahibi olmadığının farkına vardı. Ayrıca
bastırılmış cinsel dürtülerin psikolojik zarar verdiğini zamanla anladı. Diğer
her şeyde olduğu gibi, konusuna dönük ilgisi bütün zamanını aldı. Her gün
muntazaman on altı saat çalışması, karısını soğuk bir alaycılıkla şu
dokundurmada bulunmaya yöneltti: "Kendisini seks konusuna kaptırmasından
beri Alfred'i geceleri artık pek göremiyorum."
Kinsey'in
dünyayı cinsel cehaletten kurtarma kampanyası kendi yatak odasında başladı.
Clara McMillen'le 1921'deki evliliği ancak birkaç ay sonra tamamına erdi. Bunda
kocanın olağandışı büyük penisinin ve karısının kısa endamının bir payı
olabilir, ama iki tarafın da en iyi başlangıcı yaptığı pek söylenemez. Balayı
için zorlu bir dağ tırmanışı seferine gittiler ve seks yönündeki ilk
girişimleri bir dağ yamacında yakalandıkları fırtınanın ortasında oldu. Kinsey
Enstitüsü'nün tedricen incelemeye açtığı kişisel belgelerden şimdi Kinsey
çiftinin evlilikte ve cinsel yaşamda H. G. Wells'in ancak hayalini kurabileceği
bir yolla kurtuluşa vardığını biliyoruz. Çıplaklığı seviyorlardı ve rahatça
yapabildikleri her durumda elbiselerini çıkarıyorlardı. Kinsey'in 1974'te
kurduğu Seks, Cinsiyet ve Üreme Araştırmaları Enstitüsü'ndeki meslektaşlarıyla
etkileşimli açık evliliklere dayalı bir sistemi uygulamaya koydular. Alfred'in
erkek ve kadın birçok meslektaşıyla gelişigüzel ilişkisi vardı. Personelinden
bir sürü kişi de Clara ile yattı. Chicago'ya bir araştırma gezisi sırasında
homoseksüel dürtülerini açığa vurmanın bir yolunu bulmaktan memnun kalan
Kinsey, kentin eşcinsel topluluğu arasına karışarak sıklıkla tuvaletlerde
erkeklerle buluştu. Erkek erkeğe ilişki tabusunu açık konuşulur hale getirmeye
özellikle hevesliydi; asistanlarından biri homoseksüellik tecrübesini hiç
yaşamadığını itiraf edince şahsen "o kutuyu çalıştırmasına" yardımcı
olabileceğini söyledi.Kinsey,
mastürbasyon sırasında idrar yoluna nesneler sokuşturarak böylece hazzı ve
acıyı aynı ölçüde tadarak mazoşizm denemelerine girişti. Bu organ aradan geçen
yıllarla daha az duyarlı hale gelince gittikçe daha büyük nesneleri kullanmaya
başladı. 1949'a varıldığında penisine kalemler ve hatta önce kıl kısmı olmak
üzere diş fırçaları sokabilecek durumdaydı. Vücudunda kesikler ve delikler
açmayı da denedi; bu uğraş banyoda bir çakı kullanarak kendisini başarıyla
sünnet etmesine kadar vardı. Kinsey kendisini "şoka uğramaz" diye
nitelendirmekten gurur duyardı. Kendi araştırmacılarını da alıştırmaya çalıştığı
üzere, onun için kilit mesele veri toplamaktı: Biz olguları kayda geçiren ve
bildiren kişileriz, tanımladığımız davranışların yargıçları değil."
Vardığı sonuçlar çoğu kez tartışmalıydı; Amerikalı erkeklerin neredeyse
yarısının bir homoseksüel deneyim yaşadığını, evli erkeklerin neredeyse
yarısının eşlerini aldattığını ve evli kadınların dörtte birinin cinsel
yaşamlarını doyumsuz bulduğunu bildirdi.
Kinsey'e
göre oldukça yüksek sayıda insan ya da hayvan tarafından uygulandığı sürece,
her şey "biyolojik bakımdan normal" sayılırdı. Casanova'nın ya da
Cora Pearl'ün başından geçenleri ilginç ama sıradan bulurdu herhalde. Bir
keresinde "tek sapık cinsel eylemin yapılmayacak şey” olduğunu söylemişti.
Bu 1950'ler açısından akıllara durgunluk verecek bir görüştü ve toplumumuzun
hala sersemliğini hissettiği tutum değişikliklerinin önünü açtı. Günümüzün seks
anlayışı -mastürbasyonun kötü ya da zararlı sayılmadığı, homoseksüelliğin
yaygın olduğu ve cinsel ilişkiye girmenin baştan çıkma olmadığı bir ortam-
Kinsey'in çalışmalarına çok şey borçludur. O dönemde birçok kimsenin
"anormal" gördüğü davranışları belgeleyerek ve aslında ne kadar
yaygın olduklarını göstererek seksin sıradan yaşamın herhangi bir öğesinden
ibaret görülebildiği bir kültürün yaratılmasına katkıda bulundu.