
Alobar ve Kudra'nın ölümsüzlüğü keşfettikleri mistik bir yolculuğun kitabı.
Arka kapağındaki yazı dikkatimi
çekmişti vakti zamanında. Başlarda biraz yoruluyorsunuz okurken ama zamanla kitap sizinle tatlı tatlı konuşuyor. İtiraf etmeliyim ki okumaya başladığım ilk haftadan sonra uzun bir süre kimsenin
sohbetinden zevk alamadım. O denli büyüleyici bir anlatımı var Tom Robbins'in.
Arka kapak yazısı, buyrun...
"Oyunculuk uçarılık değil,
bilgeliktir" diyerek çılgınlık derecesinde "oyuncul" romanlar
yazan Tom Robbins, bu romanda hayatımızı var eden en temel kavramlar hakkında
düşünmeye ve insanın doğayla ilişkisinin kopma sürecinin anlatıldığı düşsel /
tarihsel bir yolculuğa çağırıyor bizi. Batı'dan Doğu'ya, oradan da Yeni
Dünya'ya uzanan, ölümsüzlüğü kovalayan ve yüzyıllar süren bir yolculuktur bu.
Batı acı çekmeyi seven, mantığa, bireyciliğe ve üretime tapınanların diyarıdır.
Doğu, aşka, boş zamana, münzeviliğe, bilinmezliğe hayatında yer veren
insanların yaşadığı su ve parfüm diyarıdır. Yeni Dünya'da ise sadece
"başarı" ve hırs vardır. Yolculuğun en ilginç kişisi ise keçi ayaklı,
zevk ve bereket tanrısı Pan'dır. Pan, insanların duyguları ile düşünceleri
arasına duvar çekmeleri, yaşamak yerine, cennete kabul edilmek ve doğayı
tahakküm altına almak için çalışmaları; dans çalışmaları; dansı müzik ve aşkla ilgilenmek yerine, doğru ve yanlışla uğraşan Aristo, İsa ve Descartes'a
inanmaları ile gücünü yitiren bir tanrıdır. Aynı zamanda Bay Mantıksız, Bay
İçgüdü, Bay Hayvani Sır, Bay Çingene, Mastürbasyon, Bay İnatçı Güç, Bay
Küstahlık, Bay Doğa Eni İyisini Bilir... dir.
Pan'ın en yakın arkadaşları ise, "İnsanın
kalbiyle yaşamasını" savunan kendi kendinin kralı Alobar ve Kama-Sutra'yı
bütün incelikleriyle bilen koku bilgesi Kudra'dır.
Bugün Pan'ın , Alobar'ın ve Kudra'nın izleyicileri
günahlarından pişman olmayan günahkârlar, inançsızlıklar, şehvetli kadınlar,
müzisyenler, âşıklar, asiler, şairler ve delillerdir.
Bu kitapta hayatlarını bir "deney"
olarak yaşayanlar anlatılmaz. Onların okumalarına da gerek yoktur! ... ********
Kitabı elime her aldığımda mutlaka
yeniden okumak üzere altını çizdiğim
bazı tadımlık pasajlar;
- 'Her şeyi
başlatan, erkeğin kadına duyduğu kıskançlık oldu. ' sy:60
- 'Kudra'nın kaçışı,
kendisinin iki kere Azrail'in elinden kurtuluşuna dair anılar getiriyordu
aklına. Demek bu kadınla bir ortak yanı vardı. Devrim ve skandal sayılan bir
şey bağlıyordu ikisini birbirine. Hem de davranış kurallarının en sınırında bir
yerde. Böyle bağların en tatlı ve en sıkı olduğu yerde. ' 101
- 'Eğer insanda kendi
kaderini kendi eline alacak o demir güç yoksa, o insan kaderini tanrıların
eline bırakırsa, o zaman tanrılar zayıflığının cezası olarak böyle alay
ederlerdi işte onunla. ' sy: 97
- 'Uzun zaman önce,
batıda, benim geldiğim yerlerde iki kaba tipe rastlamıştım. Bir tanesi bir
şaman, öteki bir tanrıydı. Başlangıçta her ikisi de bana çok kötü
davranmışlardı, ama biri bana özel bir cesaret, öteki de özel bir korku verdi.
Bu yolculuğu yapabilmem için bunların ikisine de ihtiyacım olduğunu sonradan
anladım. Bilgeliği ellerinde tutanlar, onu her gelen serseme öylece sunamazlar.
İnsanın onu alabilmek için hazırlanmış olması gerekir... İşte bunlardan
öğrendiğime göre, öğretmenin kaba davranması o sınavın evrelerinden birincisi
oluyor. ' sy:105
- 'Ya da belki benim
özlediğim şey kusursuzluk değil de, eksiksizlikti. ' sy:109
- 'Her dalın acemileri
titizlenir, ilhamın yerine düzeni koymaya çalışır, işi berbat ederlerdi. ' sy:
124
- 'Her hareketsiz
kabuklu hayvan, içe kapanıklığın gizli kuvvetini ifade eder zaten. Huzurda
saklı olan kuvvettir o kuvvet. ' sy:132
- 'Belki de içimizdeki
hayvanın ezgilerine gösterilebilecek tek uygun tepki, dans etmektir. ' sy:160
- 'Siz batılı erkekler
de hep aynısınız. Kendinize tanrı da deseniz, insan da deseniz, hep aynısınız.
Burunlarınızı çok fazla avlara, çok fazla savaşlara sokmuşsunuz. Alobar da
parfümlerden nefret ederdi. Ama her akşam depodan hindistancevizi, tarçın,
zencefil kokarak eve döne döne, sonunda alıştı. Tenin, kendi sıvıları arasında
boğulmadığı zamanlarda daha çekici olabileceğini öğrendi. '
- 'Birkaç yüzyıldır
yoldaydılar ne de olsa. ' sy: 174
- 'Ama durmadın. İlle
fırlayıp dünyayı görmek istedin. Bekleyemedin. İşte biz de böylece, yarı
eğitimli, yarı baldırı çıplak, ortada kaldık. ' sy: 177
- 'Elimizde bizden
çoğalmamızı bekleyen yeni bir dünya var. Ben de sabırsızlanıyorum. ' sy:182
- 'Kapısından girmeyi
yalnızca bizim başarabildiğimiz bu ev keşfe çıkmamak için neden direniyoruz? '
sy: 189
- 'İnsan mutsuzken
dikkati hep kendine döner. Kendini çok ciddiye alır. Mutlular, yani kendilerini
gerçekten sevenlerse, pek düşünmezler kendilerini. Mutsuzu neşelendirmeye
çalıştığında, istemez, karşı çıkar. Çünkü dikkatini kendinden ayırıp evrene
yöneltmek zorunda kalacaktır. Mutsuzluk kendine düşkünlüğün varacağı en son
noktadır. ' sy: 226
- Vücuduna aslan yağı süren Zulu savaşçısıyla, pahalı
kokular süren çağdaş kadın arasında pek az fark vardır. Biri hayvanlar kralının
cesaretini kendine mal etmeye çalışırken, diğeri, çiçeklerin o karşı konulamaz
cinselliğini kendine mal etmek istemektedir. İkisinin de altında yatan ilke
aynıdır. ’ Sy:24
- ‘Koku, ölmekte olan bir insanı en son terk eden
duyudur. Görme, duyma ve hatta dokunma gittikten sonra, ölmek üzere olanlar
koku duyularına tutunurlar. Böyle olması, biz parfümcülerin çalışma alanının ne
kadar önemli olduğunu anlatmıyor mu? Koku, en eski anılarımız için bir kanaldır. Beri
yandan gelecek yaşamımıza da bizimle birlikte girebilir. Bu arada da insanı
keyiflendirir, hayal gücünü körükler, düşünceleri biçimlendirir, davranışı
değiştirir. Geçmişle en güçlü bağımız, geleceğe olan yolculuğumuzda en sadık
yol arkadaşımızdır. Tarih öncesi, tarih, sonraki yaşam; hep onun alanıdır. Koku
pekala ebediyetin simgesi olabilir. ’ Sy:244
- ‘İki kişi birbirleri hakkında başka kimsenin
bilmediği şeyleri bilirse, kimseye de söylemezlerse, o zaman o iki kişiyi dost
saymak gerekirdi. ’ Sy:251
- ‘Alobar’la Einstein pek tatlı sohbetler yaptılar.
Özel izafiyet teorisi, genel izafiyet teorisi, birleşik alan teorisi... ’ sy: 254
- ‘... Hayat zaten zor, bir de üstelik sonunda ölüyorsun. ’
Sy:29
- ‘... kesinlikle biliyoruz ki beyin, kalpten sonra bir
yarım saat kadar elektrik olarak hayatta kalıyor. Diğer organlar o sıra ölmüş,
çalışmaz durumda oluyor. Demek bu cennetsel tecrübeler belki de uzaklaşmakta olan
bilincin sahnesinde sergilenen bir tiyatro. Güçlü mitolojik bir mizacın sahneye
konmuşu. ’ Sy:299
- ‘Sanatta klasik dönemi romantik dönem izlemiştir.
Sonra tekrar klasiğe dönülmüştür. Bu iş bir sarkaç kadar basit ve bence sanatın
tüm anlamını yok ediyor. Aynı şey toplum için de geçerli. Tutucu bir dönem,
liberal bir dönem, sonra yine tutucu bir dönem. Etki tepki, bir öyle bir böyle.
Tıpkı denizlerdeki gelgit gibi. ’ Sy:301
- ‘Senin nerede olduğunu biliyordum; çünkü o parfüm
geliyordu burnuma. Ama yeniden onca yolu dönebilmek, ısınmak falan yine de çok
uzun sürdü. Artık dondurma yiyebilir miyim ? Sy:320
- ’... gençliğini kazanabilmek için bir kadına ihtiyacı
var. Belki de he erkeğin ihtiyacı vardır. ’sy: 325
- ‘Ben siyaseti ciddiye almaktan çok uzun zaman önce
vazgeçtim. Bu konunun hayatımı nasıl yaşadığıma etkisi olmadı. Poliltika eninde
sonunda keyif kaçırıcıdır. Ben ise, keyifli yaşamayı seçtim. ’ Sy: 336
- ‘Bize fiziksel saldırganlığı daha az bir insan beyni
gereklidir şimdi. Daha sakin, düşünceli, yumuşak davranışlı, esnek kişilikler
gereklidir. ’ Sy:340
- ‘Belki de diğer insanların düşüncelerini okumuyoruz
da , kokluyoruz. ’ Sy: 342
- ‘Sürüngen bilincimizde düşmanca çatışmalar vardı. Memeli bilincimizde uygar tartışmalar vardı. Çiçeksel bilincimizde, güçlü telepati olacaktır. ’ Sy:
342
- ‘Ölümü fiziksel olarak yenebilmek için (zaten amaç bu
değil mi?) akla gelmeyecek şeyleri düşünmeli, cevabı olmayan soruları
sormalıyız. Ama yine de kendimizi felsefenin soyut buharları arasında
kaybetmemeliyiz. Ölümün de somut müttefikleri vardır. Biz de kendi
müttefiklerimizi bulup listesini çıkarmalıyız. İyi hazırlanmış bir tako’dan,
bir şişe soğuk biradan gelebilecek yardımı, doyumu, rahatlığı, ruhun aşılması
durumunu asla azımsamamak gerekir. ’ Sy: 347
- Hafifle! ' ( Erleichda!)
****
Sabırsızca bitirilmek üzere yazılmamıştır bu kitap. Sürpriz bir son
için hemen bitirmeliyim diyebileceğiniz bir kitap da değildir bu nedenle.
Yolculuğunuz sayfaların arasında. Kitapta sizi etkisi altına alacak her şey satır
aralarında, sonunda değil. Özellikle belirtmeliyim ki kitabı okumak büyük bir
sabır işi; Alobar ve Kudra mitolojik bir çağdan, modern toplumun oluştuğu yüzyıla
kadar yaşıyorlar nihayetinde ve biz de seyahat ediyoruz onlarla birlikte. Kitapta,
Alobar’ın Einstein’la sohbet ettiği yüzyıla da şahit oluyoruz, Elvis Presley’e
de rastlıyoruz, Alobar ve Kudra’nın çingeneler dönemine denk geldikleri ve uzun
yıllar çingeneler gibi yaşadıklarını anlatan bir paragrafa da. Bu nedenle, benim
kutsal kitabımdır. İçine döndürür okuyanı. Sizin için özel olduğu kanaatine vardığınızda sevdiğiniz birine hediye
edebilir, kitabın kahramanları oluverirsiniz.
Kitabın içinde gülümseten sürprizler
var, sabredip okuyanların etkilenmemesine olanak vermiyorum. Kişisel tavsiyem şudur ki; okumaya niyetlenirseniz,
loş ışıkta ve 'bir şişe soğuk bira' eşliğinde kendinizi kitabın karmaşık kurgusuna bırakmanız
daha kolay olur. Yanlış yerlerde okunarak ziyan olmasın; zira vapur ya da metrobüste
okunabilecek cinsten değil kesinlikle.
‘Kitap bittiğinde bu dünya size
yetmeyecek. ’ demişler bir yerlerde, haklılar.