Derleme;
Kelime anlamları;- her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu, müsamaha, tolerans(!)
- müsamaha, tahammül
- katlanma, görmezden gelme veya göz yumma
- başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma
- kendi görüşümüze ve çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla, hem de yan tutmadan katlanma
- İzin verme, aldırmama, iyi karşılama
- Sosyal ilişkilerde bir tarafın, bazen farkında olmadan, kasıtlı olmayarak, bazen de kasıtla diğer tarafa (maddi/manevi) zarar verebilecek bir sahne yaratması durumunda, diğer tarafın bunu görmezden gelerek veya cevabından vazgeçerek ödün vermek tahammülünü (erdem) gösterebilmesidir.
Hoşgörü;- toplumsal ve toplumlar arası insani ilişkilerde bir erdem olarak kendini gösteren temelde bireysel bir yaklaşımdır. Hoşgörü; benimsenip hoşlanılmasa da evrensel insan hakları çerçevesinde insanın insan olarak doğuştan getirmiş olduğu hakların kabul edilmesi, ya da bunların yerine getirilmesine karşı konulmaması demektir.
- Hoşgörü insani bir sorumluluk, bireylerin birbirlerini tanıması ve olduğu gibi kabullenmesi, barışın ve huzurun sağlanabilmesi için atılabilecek bir adımdır. Hoşgörüde, hoş görülene karşı bir lütuf, nezaket söz konusu değildir. Sadece insan olarak farklılıklara gösterilmesi gereken saygı ve anlayış vardır.
- Tolerans kavramının tanımına, tarihi geri planına tamamen yabancı bir kişiye toleransın hoşgörü olduğu söylenirse, o kişinin kavramı doğru anlaması mümkün değildir. Hoşgörü kelimesi içinde ‘hoşluk’ barındıran, olumlu düşünceler çağrıştıran bir kavramdır. Tolerans kavramı ise tarihi geri planını düşünecek olursak din ve mezhep kavgaları esnasında ortaya çıkan toleranssızlığa karşı panzehir olarak ortaya çıkmış, içinde hoşluk barındırması söz konusu olmayan, biraz kilise, biraz teoloji, biraz da yanmış insan eti kokan bir kavramdır.
- Ayrıca Ortaylı’nın bu konudaki tespitleri dikkat çekicidir: Tolerans dediğimiz zaman bir müessese ile karşı karşıyayız ve bu çok yanlış yorumlanıyor kanaatimce. Çok yerinde olmayan tavsifler, atribüsyonlar, nitelendirmeler yapılıyor… Maalesef bu kelime bizde halkçı bir yorumla ‘hoşgörü’ diye tercüme edilmiştir. Hoşgörü, Anadolu ağızlarından alınmış ‘Hoş gör canım’ gibi bir laftır. ‘Ne kadar güzel, toleransı ifade ediyor’ diye kullanılır ama alakası yoktur. ‘Hoş görmek’ tolerans kadar ciddi bir olay değildir. Mesela ‘Kalabalığın karşısına kravatsız çıkıyorum, bunu hoş görün’ gibi. Buradaki fiil çok ciddi değildir. Aile içinde birisi fazla içip bağırmıştır, hoş görelim. Arkadaşlarımızdan birisi, bir çiğlik, bir kabalık yapmıştır; hoş görelim şeklinde gider. Bu bir müesseseyi ifade etmez.
- Toleransı ortaya çıkaran ‘tahammül etme’ ve ‘katlanma’ fikirleri kelimeye olumsuz bir anlam yüklemiştir. Zira tolerans; ‘hoşlanılmayan ve varlığı kabul edilmeyen fakat zorunlu olarak var olan şeylere karşı olumsuz bir tahammüldür. Onda içsel bir sıkıntı ve rahatsızlık vardır. Tolerans, istenilmeyen ancak önüne geçilemediği için daha büyük sorunlar doğmasından tedirgin olarak bir şeye karşı gösterilen zorunlu bir tahammül eylemidir. Toleransın içinde barındırdığı bu gerilimi Ortaylı şöyle ifade etmektedir:
- …Toleransın içinde zaten ‘hoş’ kelimesinin geçmesi çok abestir. Toleransta hiçbir şekilde hoşluk söz konusu değildir. Allah’ın ıztıraplı, sabır isteyen, adamı çileden çıkaran bir fiildir. Bu müessesenin tarihteki oluşumu, gelişimi de böyledir. Hoş görülecek, hoş tutulacak bir olay söz konusu değildir. Öyle hiç kimse hiç kimseyi hoş görmez. Hoşluk bir durum yoktur ortada.
- Tolere etmek önce kınamak sonra katlanmaktır, veya daha basitçe katlanmanın kendisi kınamaktır. T.S. Eliot ‘Hristiyan tolere edilmek istemez’ diyerek toleransın içinde barındırdığı bu gerilimden bahsetmişti. Tolere edilmek, tahammül edilmek, katlanılmaktan ziyade saygı görmek ve onurlandırılmak istenilebilir. Bu yüzden tolerans özgürlük fikrinden de çok uzaktır, eşitlikten daha azdır. Tolerans özgürlük fikrinden değil, özgürlük tolerans fikrinden doğmuştur. Zira toleransın olduğu yerde özgürlükten bahsedilemez. Tolere edebilen bir güç olduğuna göre isterse tolere etmeyebilir. Bu durum da bir özgürlük anlayışının olmadığının kanıtıdır. Tolerans her zaman sadece toleranstır ve ideal bir değer olmaktan uzaktır.
- Devletleşmenin doğuda daha erken yaşanması sonucu buradaki toplumlar farklı kültler, dinler, diller ile iç içe yaşamaya alışmışlar ve her hangi bir problem doğmamıştır. Bu yüzden tolerans kavramının doğuda bir karşılığı yoktur. ‘ Tesamuh’ kelimesi bir yakıştırmadır, ‘hoşgörü’ ise kelimenin anlamını asla karşılamaz.
- Tolerans kavramının batıda da artık ‘hoş görme’ unsurunu içererek kullanılmaya başlandığı görülüyor.
- Halkın kendi içinde meydana gelen farklılıklara karşı tutumu, kurumsal yapıda devletin veya din adamlarının tutumları ile uyuşmayabilir. Ancak bu durum hukuki bir sorun oluşturmadıkça halk ve kurumsal yapıya karşı karşıya getirmeyecektir. Bu yönüyle de hoşgörü olgusu, varlık olarak her şeyi temeline oturtan, fıtrattan kaynaklanan her türlü farklılığı doğal kabul eden ve bu yönüyle de kınamaya yer vermeyen ahlaki bir olgudur.
- Kavramları belli bir millete ait gibi düşünmek yanlış görünse de, kavramalar içinden çıktığı toplumlara göre şekillenir ve bir şeyler ifade ederler. Tolerans kavramı son zamanlarda ilk ortaya çıktığı dönemdeki dini yükünü ve negatif anlamını üzerinden atmış gibi görünmekle birlikte, insanların renklerini, dillerini ve ırklarını tolere etmekten bahsedildiği vakit yine olumsuz anlamını kazanmaktadır. Bu durum insanların fıtri farklılıklarını doğal karşılayıp özgürlük ve insan hakları kavramlarına saygı duyulmadıkça da devam edecektir. Hoşgörü kavramı ise tamamen halkçı bir yaklaşımla farklılıkları doğal gören ve onlarla birlikte yaşamayı problem etmeyen kişilerin bireysel tutumlarıdır ve doğu ülkeleri ile mistik dinlerde kendini gösterir. Türkçede böyle bir kavram olmakla birlikte, diğer dillere bu kavramı çevirmek oldukça güçtür. Bunun sebebi de daha önce değinildiği gibi kavramların hayat buldukları toplumlarda anlam kazanmalarıdır.
- Hoşgörü kelimesi ise tamamen Türk halk kültürünü yansıtan, diğer dillerde karşılığını vermekte zorlandığımız bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Kelimenin bugün kullandığımız haliyle ortaya çıkışı yirminci yüzyılın son çeyreğine rastlamaktadır.
- Eski Anadolu Türkçesinde ‘hoş görmek’ şekliyle ortaya çıkan fiil Türk-İslam unsurlarının senteziyle ortaya çıkmış bir anlayışı ifade eder. Bu şekliyle kelime bir kurumun tavrını belirtmekten uzaktır. Hoşgörü, farklı yaşam tarzlarına sahip kişilerin birbirlerine gösterdiği bireysel bir tutumun ifadesidir.
eprints.sdu.edu.tr/576/1/ts00661.pdf
------------------------------------------------------------------------
Din ve inanç açısındansa;
İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde tecelli ettiği huzur ve barış dolu bir hayatı insanlara sunmak için indirilmiş bir dindir. Allah tüm insanları, yeryüzünde
merhametin, şefkatin, hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırmaktadır.
"Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır." (Bakara, 2/256)
"Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin." (Gaşiye, 88/22)
"Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır." (Beled, 90/17-18)
Araf Suresi'nin 199. ayet-i kerime
"Sen af yolunu benimse"
"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel bir tarzda(kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost (un) oluvermiştir." (Fussilet, 41/34)
Mevlânâ’da aşk, hayatın aslıdır, özüdür; kâinatın yaratılış gayesidir. Kaynaklara göre kutsi hadîs olarak bilinen bir rivayette, O (sas) şöyle anlatılmıştır: “Eğer sen olmasaydın, varlığı yaratmayacaktım.” Yani, varlık âleminin yaratılmasındaki yegâne gâye, Allah’ın Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (SAS) duyduğu sevgidir. Mademki varlığın özü aşktır, aşkın en ileri noktası olan Allah aşkı ve sevgisi her şeyin üzerinde bir değere sahiptir (Yeniterzi, 48). Mevlânâ bu düşünceden hareketle, binlerce beyitte ilâhî aşktan bahseder.
Hakiki kulluk, insanı hoşgörüye götürür. Hoşgörü, başka inanç ve kanaatlere saygılı olmaktır. Esasen başka inanç ve kanaatlere saygılı olmak, kendi inanç ve kanaatine bağlı olmamak değildir. Ayrıca bütün inanç ve kanaatler karşısında kayıtsız kalmak da değildir. Hoşgörü, ne fikrî mânâda başıboşluk, ne de şahsiyetten fedakârlıktır. Sözün özü hoşgörü, insanları kendi konumunda kabul etmektir. Ebu Hanife anlayışında inançsızlık (küfür) her ne kadar cinayetlerin en büyüğü olarak değerlendirilse bile, kul ile Allah arasında kabul edilir ve böylesi cinayetlerin cezasının Âhiret’e ertelendiği belirtilir.
Bu prensipten hareketle, sosyal, ahlâkî ve hukukî münasebetlerde, insanlık vasfı esas alınır. Bu anlayışa göre, kötü olan insan değil, insanın davranışlarıdır. Mevlananın düşünce dünyasında da hoşgörü, Allahın güzel ve hoş olarak yarattığı her şeyi görebilmek yeteneğidir, yani hoş olanı keşfetmek, yaradılana yaradandan ötürü hoşça bakmaktır.
Hoşgörünün esası farklı olana farklı bakmamak ve onu ötekileştirmemektir. Çünkü çokluğu oluşturan her parça, bütün içindeki yeri kadar değerlidir. Çoklukta birlik, birlikte de çokluk önemlidir.
''Sen bakmasını bil de dikende gül gör, dikensiz gülü herkes görür. Zaten iyilik aradı mı insanda kötülük kalmaz ki?''''Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel
''