Mehmet Ali Kılıçbay'ın çok sevdiğim bir kitabı var: 'Felsefesiz Sanat Oyunsuz Tarih'. Orada şöyle bir değerlendirme yapıldığını hatırlıyorum. Dünya üzerinde gezinen ilk insanların gök gürültüsü, vahşi hayvan hırıltısı gibi sesleri ve bir takım hareketleri belki aşındırarak anlamını düşürmek, belki aşinalık kazandırmak ve bu sayede korkuları aşmak gibi güdülerle taklidi çerçevesinde oyun denilen olgunun ortaya çıktığı iddia edilir. Yani aslında hayatta kalmak için becerilerin geliştirilmesinde araçtır bir taraftan. Anlam, mana kazandırma sürecidir. [Mana, ruh anlamında kullanıldığı gibi oyun anlamına da gelirmiş. İngilizce bilgisayar oyunlarında büyücülerin büyü kapasitesi, hacmi 'mana' sözcüğü ile anlatılır.] Dans, müzik, vb. pek çok şey oyun tanımına girer. Böylelikle bugün oyun havası tabir edilen dans türleri ortaya çıkmıştır. İngilizce'de piyano çalmak 'play' yani oynamak sözcüğü ile anlatılır. Böyle bir bakışla oyun yaşamdan zevk almaya dair bir durumdur. Bu yüzden tersi pek iç açıcı görünmüyor.
Bir de şu yazıyı gözden geçirmenizi tavsiye ederim:
(Güncelleme 25.02.12) Burhan Oğuz'un 'Türkiye Halkının Kültür Kökenleri' isimli eserinin ilk sayfasından aktarıyorum: Kültür oyun şeklinde doğar; ilkel safhalarında bir oyunun çizgilerini taşır, onun havası içinde gelişir. Av gibi hayati ihtiyaçların tatmin faaliyetleri dahi pekala bir oyun kılığına bürünebilir. Harp de bir oyundur, cirit de. Her ikisininde kaideleri vardır.
Şu halde oyun ilk unsuru teşkil eder. Huizinga'yı dinlemeye devam edelim: bir kültürün gelişmesinde oyunla "