o horizonda/ o’nun krallığında, zaman yok, her şey boş/luk ve yıkıntılarla dolu, bir harabeye dönmüş anı kavanozumda geziniyorum, büyük cam fanusa konmuş bedenini görüyorum, çevresinde parlak gül kurusu ışıklar saçan rahmani ışınları andıran ruhun o yıkıntılar arasında bile ben’i sakinleştiriyor, ve tam o anda bir darbe yiyorum, sırtımın tam ortasına, anımsadığım şey babamın acımasızca sırtıma darp edişleri, yere kapaklanış ve ürkek ceninler gibi, başımı ellerimle kavrayıp, bacaklarımı içime çekiyorum, sonsuz bir karanlıkta yeniden horizonlar yaratarak gittikçe küçülüyorum, bedenim küçülüyor, küçülüyor… bedenin parlak toz zerreciklerine dönüşerek ilahi bir şeritle kapanan gözlerimdeki ufacık aralıktan içeri giriveriyor, yavaşça bedenime işliyor, ve o minicik bedenim o koyu karanlıkta gözkamaştıran koca bir alev gibi parıldıyor, yavaşça gözlerim aralanıyor, görebildiğim her şey bulanık griden ibaret, yeniden canlanışta ki o büyük çırpınışlar ve tüm hislerim alevleniyor, ağzımı açtığımda toz zerreciklerine dönüşüp tüm varlığını içime gönderen sen vücut buluyorsun biranda- anadan üryan michelangelo heykellerindeki asil parlak ve tanrısal bedeninle dimdik ayakta ve sarsılmaz- kalbini görüyorum parlak kırmızı ve beyaz lilyum çiçeği kokusunda, elim kalbine dokunuyor, gri tozlarla kaplı kalbim alevleniyor ve benimde kalbim senin bedeninde ki gibi parlak kırmızı ve beyaz lilyum çiçeği kokusuna bürünüyor, şimdi kollarının arasında ufacık bir beden ve kocaman bir ruh var, o “ben’im… kızgın krallık hareketleniyor, askerleri yeni bir darbe planında iken ben senin kolların arasında büyüyorum, anne karnındaki bir cenin ,nasıl göbek bağından besleniyorsa, kalbinden kalbime geçen o –bu dünyada göremediğimiz, ama orada can bulan- milyonlarca atardamar ve onu korumakla görevli güçlü kaslarla örülü bağ’dan doğmamış bir bebek gibi besliyorsun beni…beslendikçe serpiliyor ruhum, ve bedenim alev alev yanıyor, o sonsuz karanlıkta bir gül gibi parıldıyorum, ve o muhteşem ışıkla askerlerin ben’i bulması hiçte zor olmuyor, sen göremiyorsun onları, ben daha doğmamışken onları görebileceğim perdeler yerleştirildi gözüme, ve sen duyamıyorsun da onları, ben daha duyamazken bu dünyayı, onların ayak seslerini duyabileceğim minik zarlar yerleştirildi kulaklarıma, şiddetli bir fırtına gibi vuruyorlar bedenime öylesine soğuk ki, sen hissedemiyorsun onları çünkü benim bedenim onları hissedebileceğim milyonlarca zarla örtülü, konuşabilecek bir tek dilim var, fısıldıyorum kulaklarına
” geliyorlar” …